Her zaman yürüyüş yapmayı sevdim ve ne şanslıydım ki önce okuduğum sonra çalıştığım semt paha biçilmez bir yürüyüş alanıydı: Eminönü.
Sabahı, günü, akşamı başka bir yer. Senelerce hiçbir şeyi ıskalamamaya çalışarak yürüdüm Eminönü sokaklarında.
O zamanlar “yol görgüsü” diye bir kavramdan habersizdim ama şimdi anlıyorum ki tam da bu kavrammış deneyimlediğim.
Şehrin arka sokaklarına ya da kalabalık caddelerine karışarak - kıra bayıra sardırmak da olur- yürümek. Acele etmemeye çalışarak. Durup arada bir derin bir nefes alarak. Merakla ve dikkatle bakmak, etrafı incelemek, keşfetmek, anlamaya çalışmak ama çaktırmadan.
Bu sade ve zevkli eylem; dünyanın yapısı içinde yerini bulma, başkalarıyla olan bağını sorgulama kaygısı uyandırır ve ayaklar işlemeye başlayınca kafa da çalışmaya başlar, düşünceler berraklaşır.
Gördükleriniz üzerinden ayıklar, bağlantılandırır, benzetir, çözümler, eleştirir, eşleştirir, karşılaştırır, kümelendirir, neden-sonuç ilişkisi kurar, sentezler, sınıflandırır, sıralandırır, çıkarımlar yaparsınız.
Derin düşünmektir bu. Akıl yürütmede yanihis, bilgi ve bağlantı kurmada derinleşmek de diyebiliriz.
Yazmak isteyip de yazamayanların en yaygın şikayeti, şahane fikirlerini derleyip toplayıp kağıda dökememektir.
Bu problemi aşmanın en somut yöntemi yol görgüsü kazanmaktır bence. Yazmaya başlamadan önce düşünmeyi öğrenmek lazım. Düşünmek, yazmanın ilk adımı.
Yürüyüş yapmayı alışkanlık haline getirin ki yüzeysel düşünmeden derin düşünmeye geçebilesiniz.