Kültür ve dil kavramlarının birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkili olduğu bilinmektedir. Kültür ile dil arasındaki ilişkiler, iki ayrı açıdan düşünülmüştür. Bir görüşe göre bir milletin dili, kültür tarafından tayin edilir. Diğer bir görüşe göre ise, dil kültürü tayin eder veya ona şekil verir. İki farklı açıdan ortaya konan bu görüşleri aslında, şu şekilde birleştirmek mümkün: Bir yandan dil, kültürün içinde yaşayıp gelişiyor, öte yandan kültür, ifadesini dilde buluyor. Her kültürün bir dili olduğu gibi her dilin de bir kültürü vardır.
Dil ile kültür arasındaki ilişki, anlam bilimi düzeyinde, diğer deyişle o dilin söz varlığında en belirgin biçimde kendini göstermektedir. Bir dilin söz varlığı, o dili konuşan halkın gelenekleri, inanışları, yaşama bakışı hakkında bilgileri de içermektedir. Dolayısıyla bir halkın yaşayış tarzında ortaya çıkan değişmeler, o halkın konuştuğu dili - onun söz varlığını - doğrudan etkiler.
Bu hususun ışığında geçmiş yüzyıllarda Türklerle Balkan halkları arasında yaşanmış olan doğrudan teması ve bu çerçevede Türk kültürüyle Balkan kültürlerinin temasını yerli diller açısından şu şekilde değerlendirmek mümkün: Türklerin Balkanlara gelmesiyle gelişen yaşam koşulları, Türk dilinin yerli diller üzerinde güçlü bir etkisine yol açmıştır. Öte yandan, bundan sonraki dönemlerde yeni yaşam tarzı, yerli dillerdeki bu Türkçe unsurlara farklı bir değer kazandırmıştır.
Bilindiği gibi, geçmiş yüzyıllarda Türklerin beraberinde getirdikleri kültür – kavramın geniş anlamında – Balkanların Bosna bölgesinde yaşayan halkın önemli bir kısmı tarafından benimsenmiştir. Bununla birlikte Türk dili, bir “lingua franca” niteliğini kazanmamıştır; yerli halk, ana dilini korumaya ve gündelik yaşayışta kullanmaya devam etmiştir. Böylece Türklerle aynı gelenekleri ve önemli bir ölçüde aynı yaşayış tarzını paylaşan yerli halk için Türkçe yabancı dil, ya da en azından ikinci dil durumunda bulunuyordu.
Aynı zamanda Türkçe’nin etkisi, hayatın her kesiminde hissediliyordu. Nitekim yeni kültürün getirdiği yeni kavramları karşılayacak sözcük birimlerinin yerli dilde bulunmaması Türkçe’den kelime ödünç alınmasına yol açmıştır. Öte yandan yeni kültürün yoğun bir şekilde halk arasında yaşanması, bilinen bir kavram için sözcük biriminin ödünç alınmasına, onun ana dilde var olan Slav kökenli kelimeyle birlikte yaşamaya devam etmesine sebep olmuştur. Bu gelişmelerin neticesinde Türkçe kelimelerin büyük bir bölümü Bosna dillerine geçmiştir.
Zaman içerisinde Türk kültürünün, dolayısıyla Türk dilinin, Bosna bölgesindeki doğrudan etkisi ortadan kalkmıştır. Bu gelişmelerin ardından geri kalan kültür unsurları ise, Boşnaklar başta olmak üzere halk arasında az ya da çok yaşamaya devam etmiştir. Boşnaklarla bir arada yaşayan öteki halklar ise, bu unsurları kendi yaşam tarzlarında doğrudan benimsemedikleri hâlde en azından onlara yabancı kalmamışlardır. Belki de Türklerden miras kalan kültür unsurlarından Bosna’da yaşayan halklar arasında en çok ortakça paylaşılanı, Türkçe’den ödünç alınmış kelimelerdir.
Bugün Bosna ve Hersek’te konuşulan dillerin söz varlığında Türkçe’den ödünç alınmış kelimeler - yerel deyişle “turcizmi” - önemli bir tabakayı oluşturmaktadır. Boşnakça’da, Hırvatça’da, Sırpça’da zaman içerisinde gelişen dağılmanın sonucu, bütün bu kelimeler günümüz dilinde aynı değerlere sahip değiller. Bu bakımdan, onları en az dört gruba ayırmak mümkündür.
Bunlardan birinci grupta, Slav kökenli karşılıkları bulunmayan, dolayısıyla Bosna ve Hersek’te konuşulan standart dillerin ayrılmaz bir parçasını oluşturan Türkçe kelimeler yer almaktadır. Bunlar, Boşnakça, Hırvatça, Sırpça’da kökenleri açısından sahip oldukları belirtililiği (marked) kaybederek bu dillerin içinde öteki leksik ögeler gibi yaşamaktadır; bunlar ana dili Boşnakça, Hırvatça veya Sırpça olan vatandaşlar tarafından bilinip gündelik yaşayışta yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu grubu temsil eden birkaç örnek verelim: badem, čarapa (>çorap), čekić, čizme, ćup (>küp), fenjer (>fener), katran, kesten (>kestane), kreč (>kireç), sapun (>sabun), top, tepsija (>tepsi), turpija(>törpü).
İkinci grupta Slav kökenli karşılığı var olan Türkçe kelimeler yer almaktadır. Konuşan kişinin, eş anlamlı iki kelimeden Slav kökenli ya da Türkçe kökenli olanı seçmesi, onun geldiği dil topluluğuna bağlıdır. Bu gruptaki Türkçe kelimeler Boşnaklar arasında hâlen yaygın olarak kullanılmaktadır. Birkaç örnek verelim: bakšiš (>bahşiş), bašta (>bahçe), čaršaf, čoban, durbin (>dürbün), džigerica (ciğer), ekser, kajsija (>kayısı), kašika (>kaşık), kat, makaze (>makas), mušterija (>müşteri), pamuk, peškir (>peşkir), sanduk (>sandık), sirće (>sirke), šećer (>şeker).
Üçüncü gruba, değişen hayat koşulları sebebiyle kullanım sıklığı düşük olan kelimeler alınabilir. Bu grup kelimelerle ilgili olarak iki durumun ileri sürülmesi gerekir. Birincisi, bunların Slav kökenli karşılıkları bulunmamakta. İkincisi, bunlar standart dillere dahil edilmişlerdir. Örnek olarak bugünkü hayat koşulları sebebiyle Boşnakça’da olduğu gibi Türkçe’de de nadir rastlanan ya da sadece belli durumlarda kullanılan đerđef (>gergef) veya mangala (>mangal) kelimelerini gösterebiliriz. Bu örneklerin yanı sıra Türkiye Türkçe'sinde yaygın olarak kullanılan čakšire (>çakşır), đugum (>güğüm), ibrik, saz gibi kelimeler, Bosna halklarının dillerinde anlam daralmasına uğrayıp bugün kullanımda bunlara nadir rastlanmaktadır. Bu gruba alınan kelimeler, standart dillere dahil edildikleri halde konuşanın bilincinde bulunmayabilirler. Diğer deyişle, konuşan gösterileni bilmediği durumda göstereni de bilemeyecektir.
Dördüncü gruba, kullanımdan çıkıp dilin arkaik ögeleri olarak bilinen Türkçe kelimeleri toplamak mümkün. Bunların Slav kökenli karşılıkları standart dilde yer almaktalar, Türkçe kökenli eş anlamları ise supstandard olarak nitelendirilmektedir. Meselâ: avlija (>avlu), baksuzluk (>bahtsızlık), bećar (>bekâr), bošča (>bohça), ćeif (>keyif), dembel (>tembel), dert, dušmanin (>düşman), fukara, hasta, hevta (>hafta), kapija (>kapı), kavga, mahala (>mahalle), mejhana, pazar (>pazar yeri anlamında), raf, sokak. Yalnız, belli sosyal ve kültür özelliklerine işaret eden bu tür kelimeler, üslûp açısından belirtili (marked) olarak nitelendirilir. Bunlar, düz anlamlarının yanı sıra yan anlamlarını da taşıyorlar; böylece farklı bir üslûp kalitesi sağlayarak dilin niteliğine olumlu katkıda bulunmaktalar. Bu sebeple onların yazı dilinde önemli bir rolü vardır.
Bu makalede biz, Balkanların Bosna ve Hersek bölgesinde konuşulan dillerde yer bulan sözcük birimlerinin, günümüzde sürdürülen Türkçe öğretimiyle nasıl bir ilişkisi olabilir konusuna değinmek istiyoruz. Aslında çok genel yazdığımız bu makalede konu ile ilgili birtakım şahsi görüşlerimizi ileri sürmek istiyoruz. Umarız ki ilgilenen kişiler kendi görüşlerini de bunlara katacaklardır.
Türkçe derslerinde geçen Türkiye Türkçesi kelimeleri arasında, doğal olarak, Bosna’da konuşulan dillerin söz varlığında yer alan Türkçe kelimelere de rastlanmaktadır. Fakat bu tür kelimelerle karşılaştığı zaman öğrenci, genel olarak, bunların iki dilin ortak öğeleri olduğunu düşünmüyor. Bunun başlıca sebebi şu ki herkes, öğrenmekte olduğu yabancı dile “dışarıdan” bakıyor ve yeni karşılaştığı her bir dil unsurunu “yabancı unsur” olarak kabul ediyor. Öte yandan kendi ana diline “içeriden” bakıyor ve ana dilinin unsurlarını - kökenlerini düşünmeden - “yerel” olarak algılıyor. Nitekim, öğrenmekte olduğu Türkçe’yi öğrenci, yabancı dil olarak görüyor, hatta uzak geçmişte kalan Türkçe’nin ana diline olan etkisinin bilincinde olmayabiliyor. Böylece, ana dilinde öteki Slav kökenli kelimelerle aynı değere sahip olan mesela, badem, cep, çekiç gibi Türkçe kökenli kelimeler, öğrencinin bilincinde “yabancı unsurlar” kavramıyla bağdaşmıyorlar.
İkinci bir sebep ise, Boşnakça’da, Hırvatça’da, Sırpça’da bulunan Türkçe’den alıntı kelimelerin çoğu, Türkiye Türkçesindeki biçimlerine göre birtakım fonetik farkları göstermektedir. Tabiî ki buna anlam farklarını da eklemek gerekir. Nitekim, Slav dillerine yüzyıllar önce giren Türkçe kelimeler, o zamanki biçimleri ve anlamlarıyla ödünç alınmıştır. Bunların bir kısmı o dönemin yazı dili yoluyla girdiği halde büyük bir kısmı konuşma dilinden, dolayısıyla Balkanlar bölgesinde konuşulan Türk ağızlarından alınmıştır. Türkoloji çalışmalarında bu duruma daha önce dikkat çekilmiştir. Ödünçlenen kelimeler, geldiği dilin (Türkçe’nin) bünyesinde gelişen değişmelerin etkisi dışında kaldılar, girdiği dilin (Boşnakça’nın, Hırvatça’nın, Sırpça’nın) bünyesinde yeni hayata başladılar. Böylece Slav dillerinde varlığını sürdüren Türkçe kelimelerin, Türkiye Türkçesinde kullanılanlardan biçim, hatta anlam bakımından farklı olmaları, dil gelişmelerinin doğal neticesidir. Buna örnek olan birçok kelime var, burada bir tanesini göstermekle yetinilmiştir. Öğrenci, bir Türkçe metinde düğme kelimesiyle karşılaştığı zaman onunla ana dilindeki dugme biçimi arasında bağlantı kurmayı düşünemiyor. Bu sebeple, Türkçe ile Bosna dilleri arasındaki bağlantıyı öğrencinin yararına anlatmak gerektiği kanaatindeyim. Bunun çerçevesinde etkileşimin ne şekilde gerçekleştirildiği, alıntı kelimelerin özellikleri hakkında kendisine bilgi vermek gerekir. Bunun başlıca amacı ise, Türkoloji öğrencisinin, kendi dilinin ve kendi kültürünün bilinçli değerlendirilmesine ileride katkıda bulunabilmesi olmalı.
Nihayet, yaşayış koşullarının değişmesi sebebiyle kullanımdan düşmüş ya da standart dilde nadir rastlanan Türkçe kelimeleri öğrencinin bilmesinde yarar var diye düşünmekteyim, şu açıdan: Geçmişte bütün bu kelimeler, o dönemde yaşayan dilin – yani onun söz varlığının – birimleriydi. Bu dil, o zamanki biçimiyle bugün yaşamadığı halde (zaman içerisinde özellikle söz varlığını önemli derecede etkileyen değişmelere uğradığından dolayı) Bosna’nın sosyo-kültür ortamında o, bir kültür dili olarak halen yaşamaktadır. Bunu belirgin bir şekilde sözlü edebî ürünler göstermektedir. Bugün konuştuğumuz dil, geçmişte konuşulan dilden gelişmiştir. Dolayısıyla geçmişin dili, bugün vazgeçilmez bir kültür mirası niteliğini taşımaktadır (Peti, 1995 : 124).
Bir deneme yapmak amacıyla Boşnakların sözlü edebiyatı antolojisinden aldığım bir destan ve günümüzün Boşnak yazarlarından İrfan Horozoviç’in üç kısa öyküsünü son sınıf öğrencilerine verip Türkçe kökenli kelimeleri tespit etmelerini istedim. Seçilen metinlerin biri çağdaş yazı dilini, ötekisi nispeten arkaik konuşma dilini yansıtırken her ikisi, öğrencinin içinde yaşadığı kültürün birer parçasıdır. Bu sefer öğrenci “içeriden” gördüğü ana dilinden hareket ederek onun kültüründe yer bulan Türkçe kökenli leksik unsurlarını tanımaya ve anlamaya çalışıyordu.
Kolay tanınanlar arasında Türkiye Türkçesinde ve öğrencinin ana dilinde aynı fonetik özelliklerini gösteren ve aynı anlamları taşıyan kelimeler oldu. Meselâ: akşam, at, bayrak, cep, demir, haber, hayr, hayvan, hizmet, ibrik, kadifa, kahva, kavga, konak, mavi, padişah, pencer, rezil, sabah, sanduk (>sandık), saray, selâm, sokak, sultan, yaziya (>yazı), zurna.
Kolayca tanınıp tespit edilen kelimeler arasında, birtakım ses değişmelerini gösteren kelimeler de vardı. Bunlar, Bosna’da “supstandart”ta yer aldıkları halde bu bölgede bugün bile nispeten sıkça duyulur, meselâ: avliya (>avlu), bakšiš (>bahşiş), čador (>çadır), daidza (>dayı), dova (>dua), dušek (>döşek), dušmanin (>düşman), gazija (>gazi), kandžija (>kancı), kapija (>kapı), lakrdija (>lakırdı), merdevine (>merdiven), mejdan (>meydan), odaja (>oda), šeher (>şehir).
Göz ardı edilmemesi gereken husus şu ki sayılan bu kelimeler Türkiye Türkçesinde yaygın olarak kullanılır, yani dördüncü sınıf öğrencisinin Türkçe derslerinde öğrenebildiği kelimelerdir.
Bunların yanı sıra alaybeg, asker, bayraktar, beg, çauş, dabulhana, ferman, haznadar, mekterhana, paşa, spahiya (>sıpahi), telal, timar-tefterdar, topuz, vezir, yamak gibi aynı ses ve anlam özelliklerini koruyan tarihî terimleri öğrenciler kolayca tespit edebildiler.
Öte yandan Türkiye Türkçesinde yeni anlamlara bürünen fakat Boşnakların sözlü edebiyatında eski anlamlarını taşıyan kelimelerin algılanmasında öğrenci zorluk çekiyor. Böylece çelenk, ocak, surudzija, tatar, yedek gibi kelimelerin etimolojik açıdan Türkçe olduklarını bilen öğrenci, bunların metnin içindeki anlamlarını tespit etmekte zorlanıyor. Kendisi, sürücü kelimesinin “motorlu taşıt süren kimse, şoför” anlamını biliyor, ancak bunun aynı zamanda “hayvan, at arabasını süren kimse” anlamına da geldiğini düşünemiyor. Benzer bir durum yedek kelimesinde görülmüştür. Yedek anahtar, yedek parça gibi sıfat tamlamalarından yedek kelimesinin anlamı ve kullanımını öğrenen öğrenci, bunun aynı zamanda “hayvanı yedeğe alan ip, yular” anlamına geldiğini bilmiyor. Bu durum, doğal olarak günümüzün yaşayış koşullarıyla ilgilidir.
Nihayet öğrencilerin zor tespit edebildikleri örneklere işaret edelim. Bunları şu şekilde gruplandırmak mümkün:
- mahrama, murtat, şevak gibi Türkiye Türkçesinde kullanımdan düşmüş ya da eski sayılan kelimeler.
- günümüzün hayat koşulları nedeniyle ya da günümüzün Türkçe metinlerinde yaygın olmayan aynı zamanda ses ve şekil bakımından öğrencinin ana diline uygun olan kelimeler, meselâ: hurç, raht srma.
- ses değişmelerine uğramış kelimeler: buljukbaša (>bölükbaşı), ćejif (>keyif), ćuhejlan (> küheylan), dorat (>doru at), hiyanet (>ihanet), kurşum.
İsim türü bir Türkçe kelimenin, “yapmak/etmek” anlamındaki Slav kökenli učiniti fiiliyle bir araya getirilip türetilen fiiller öğrencilere, esasında yabancı geldiler. Bunların birkaç örneğini verelim: asi učiniti, hazur (>hazır) učiniti, idaru učiniti, ilum (>ilim) nauciti, kayil učiniti, surgun (>sürgün) učiniti. Bu örneklerin arasında Türkçe kelime üzerine bir Slav ekinin getirilmesiyle türetilen fiiller de yer alırlar, meselâ: harčiti (>harcamak), osejriti (>seyretmek). Nitekim, bu tür türemeler artık öğrencinin ana dilinde kullanılmamakta, sadece sözlü edebiyat ürünlerinde bunlara rastlanmaktadır.
Benzer bir durum, Türkçe’nin bir yandan sırça kelimesi, öte yandan şık kelimesi üzerine isimden sıfat yapan –lI ekinin getirilmesiyle türetilen srçali ve şikli sıfatlarında da görülmüştür. Bu sıfatlar srčali durbin (<sırçalı dürbün) ve šikli odaja (<şıklı oda) tamlamalarında geçmektedir.
Her bir sosyokültürel ortam, konuştuğu dile zaman perspektifinden baktığında kendi dilini değerlendirebilir; bir yandan kendi dilinin özelliklerini, öte yandan onun diller arasındaki yerini görebilir. Aynı zamanda konuştuğu dille etkileşim sürecinde bulunan dil veya diller hakkında bir takım bilgilere sahip olur. O ikinci dili yabancı dil olarak okuyan öğrencinin etkileşimin bilincinde olması iki yönlü yararlı olmuş olur.
ÖZET
Geçmiş yüzyıllarda Balkanlarda yaşamış olan Slav dilleri Türkçe’nin etkisine açık kalmışlardır. Diller arasındaki bu etkileşim, genel olarak farklı kültürlerin temasta bulunmasının doğal bir neticesidir.
Slav dilleri, yapıları bakımından Türkçe’nin yapı ve işleyişi ile bağdaşmayan dillerdir. Bu durum, aslında, Slav dilleri ile Türkçe’nin farklı ailelere bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Türkçe’nin Slav dilleri üzerine olan etkisi, Slav dillerinin ses, yapı ve cümle yapısı alanlarından çok kelime verme alanında güçlü bir şekilde kendini göstermiştir.
Bir dile yabancı kelimelerin girmesi, o dilde beliren bazı kavram boşluklarını doldurma amacına dayanmaktadır. Türk kültürüyle birlikte Balkanlara gelen yenilikler, o zamana kadar bilinmeyen kavramları kendisiyle birlikte getirmiştir. Bu yeni kavramları karşılayacak Slav kökenli kelimelerin bulunmaması yüzünden Türkçe kelime ve terimler Slav dillerine aktarılmıştır. Dil bilimi ifadesiyle bölge dilleri Türkçe’den "gösterilen"le birlikte "gösteren"i de ödünç almıştır. Bu tür ödünçleme dil bilimsel sebeplere dayanmaktadır. Bölge dillerinde ihtiyaç duyulan bu kelimelerle terimlerin yanı sıra, Slav kökenli karşılığı var olan kelimeler de Türkçe’den ödünç alınmıştır. Diğer deyişle, bilinen bir "gösterilen" için "gösteren" ödünç alınmış, bir süre sonra alışkanlık kazanıp ana dilde var olan "gösteren"le birlikte yaşamaya başlamıştır. Dolayısıyla ödünçlemenin sebepleri sadece dil bilimsel (linguistik) özelliklere değil dil dışı (extralinguistik) özelliklere de dayanmaktadır.
Bilindiği gibi, bir dile ödünç alınmış yabancı kelimelerin bir kısmı günümüze kadar varlığını sürdürmektedir, bir kısmı ise zaman içerisinde ya “arkaik” unsurlar niteliğinde yaşamaya devam ederler, ya da tamamen kullanımdan düşerek yerini yeni kelimelere bırakırlar. Öte yandan geçmiş yüzyıllarda halkın içinden doğan, nesilden nesile nakledilen sözlü edebiyat, meydana çıktığı dönemin dilini içermektedir. Destanlar, masallar, halk öyküleri, fıkralar halkın konuştuğu dille anlatılmıştır. Dolayısıyla günümüz standart dilinde varlığını sürdürmemekte olan kelimelere bile sözlü edebiyatta rastlamak mümkündür.
Bir halkın, vazgeçilmez kültür değerini oluşturan sözlü edebiyatı doğru bir biçimde değerlendirmesi ve koruması, onu doğru bir biçimde anlamasına bağlıdır.
Bütün bunları göz önünde tutarak bu çalışmamızda Sarajevo Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde sürdürülmekte olan Türkçe eğitiminin, Boşnakların çağdaş kültürü açısından yerini ve önemini değerlendirmeye çalıştık.
KAYNAKÇA
Adamović, Milan (1973.): “O poreklu srpskohrvatskih osmanizama”, Južnoslovenski filolog 30/1-2/, Beograd, s. 229-236.
Bugarski, Ranko: Lingvistika u primeni, Zavod za udžbenike i nastavna sredstva, Biblioteka “Tumačenje književnosti”, Beograd.
Filipović, Rudolf (1986.): Teorija jezika u kontaktu, Zagreb.
Glibanović-Vajzović, Hanka (1986.): “O turcizmima u srpskohrvatskom jeziku sa sociolingvističkog stanovišta”, Književni jezik 15/2, Sarajevo, s. 141-147.
Güngör, Nevin (1991.): Kültür-Eğitim-Dil Üzerine Görüşleri ile Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları 1290, Kültür Eserleri 167, Ankara.
Hadžiefendić, Remzija (1984.): ”Turcizmi u funkciji imenovanja likova u ‘Dervišu i smrti’ i ‘Na Drini ćuprija”, Književni jezik 13/4, Sarajevo, s. 199-217.
Nikolić-Hoyt, Anja (1994.): “Kulturne i povijesne komponente značenja riječi”, Filologija, knjiga 22-23, Zagreb, str. 253-257.
Peti, Mirko (1995): Jezikom o jezik – studije, Zagreb 1995.
Škaljić, Abdulah (1985.): Turcizmi u srpskohrvatskom-hrvatskosrpskom jeziku, “Svjetlost” Sarajevo.
Vajzović, Hanka: Orijentalizmi u književnom djelu – Lingvistička analiza, Sarajevo 1999.
Avrupa'da Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Sempozyumu - 25-26 Ekim 2001 Dil ile kültür arasındaki ilişki, anlam bilimi düzeyinde, diğer deyişle o dilin söz varlığında en belirgin biçimde kendini göstermektedir. Bir dilin söz varlığı, o dili konuşan halkın gelenekleri, inanışları, yaşama bakışı hakkında bilgileri de içermektedir. Dolayısıyla bir halkın yaşayış tarzında ortaya çıkan değişmeler, o halkın konuştuğu dili - onun söz varlığını - doğrudan etkiler.
Bu hususun ışığında geçmiş yüzyıllarda Türklerle Balkan halkları arasında yaşanmış olan doğrudan teması ve bu çerçevede Türk kültürüyle Balkan kültürlerinin temasını yerli diller açısından şu şekilde değerlendirmek mümkün: Türklerin Balkanlara gelmesiyle gelişen yaşam koşulları, Türk dilinin yerli diller üzerinde güçlü bir etkisine yol açmıştır. Öte yandan, bundan sonraki dönemlerde yeni yaşam tarzı, yerli dillerdeki bu Türkçe unsurlara farklı bir değer kazandırmıştır.
Bilindiği gibi, geçmiş yüzyıllarda Türklerin beraberinde getirdikleri kültür – kavramın geniş anlamında – Balkanların Bosna bölgesinde yaşayan halkın önemli bir kısmı tarafından benimsenmiştir. Bununla birlikte Türk dili, bir “lingua franca” niteliğini kazanmamıştır; yerli halk, ana dilini korumaya ve gündelik yaşayışta kullanmaya devam etmiştir. Böylece Türklerle aynı gelenekleri ve önemli bir ölçüde aynı yaşayış tarzını paylaşan yerli halk için Türkçe yabancı dil, ya da en azından ikinci dil durumunda bulunuyordu.
Aynı zamanda Türkçe’nin etkisi, hayatın her kesiminde hissediliyordu. Nitekim yeni kültürün getirdiği yeni kavramları karşılayacak sözcük birimlerinin yerli dilde bulunmaması Türkçe’den kelime ödünç alınmasına yol açmıştır. Öte yandan yeni kültürün yoğun bir şekilde halk arasında yaşanması, bilinen bir kavram için sözcük biriminin ödünç alınmasına, onun ana dilde var olan Slav kökenli kelimeyle birlikte yaşamaya devam etmesine sebep olmuştur. Bu gelişmelerin neticesinde Türkçe kelimelerin büyük bir bölümü Bosna dillerine geçmiştir.
Zaman içerisinde Türk kültürünün, dolayısıyla Türk dilinin, Bosna bölgesindeki doğrudan etkisi ortadan kalkmıştır. Bu gelişmelerin ardından geri kalan kültür unsurları ise, Boşnaklar başta olmak üzere halk arasında az ya da çok yaşamaya devam etmiştir. Boşnaklarla bir arada yaşayan öteki halklar ise, bu unsurları kendi yaşam tarzlarında doğrudan benimsemedikleri hâlde en azından onlara yabancı kalmamışlardır. Belki de Türklerden miras kalan kültür unsurlarından Bosna’da yaşayan halklar arasında en çok ortakça paylaşılanı, Türkçe’den ödünç alınmış kelimelerdir.
Bugün Bosna ve Hersek’te konuşulan dillerin söz varlığında Türkçe’den ödünç alınmış kelimeler - yerel deyişle “turcizmi” - önemli bir tabakayı oluşturmaktadır. Boşnakça’da, Hırvatça’da, Sırpça’da zaman içerisinde gelişen dağılmanın sonucu, bütün bu kelimeler günümüz dilinde aynı değerlere sahip değiller. Bu bakımdan, onları en az dört gruba ayırmak mümkündür.
Bunlardan birinci grupta, Slav kökenli karşılıkları bulunmayan, dolayısıyla Bosna ve Hersek’te konuşulan standart dillerin ayrılmaz bir parçasını oluşturan Türkçe kelimeler yer almaktadır. Bunlar, Boşnakça, Hırvatça, Sırpça’da kökenleri açısından sahip oldukları belirtililiği (marked) kaybederek bu dillerin içinde öteki leksik ögeler gibi yaşamaktadır; bunlar ana dili Boşnakça, Hırvatça veya Sırpça olan vatandaşlar tarafından bilinip gündelik yaşayışta yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu grubu temsil eden birkaç örnek verelim: badem, čarapa (>çorap), čekić, čizme, ćup (>küp), fenjer (>fener), katran, kesten (>kestane), kreč (>kireç), sapun (>sabun), top, tepsija (>tepsi), turpija(>törpü).
İkinci grupta Slav kökenli karşılığı var olan Türkçe kelimeler yer almaktadır. Konuşan kişinin, eş anlamlı iki kelimeden Slav kökenli ya da Türkçe kökenli olanı seçmesi, onun geldiği dil topluluğuna bağlıdır. Bu gruptaki Türkçe kelimeler Boşnaklar arasında hâlen yaygın olarak kullanılmaktadır. Birkaç örnek verelim: bakšiš (>bahşiş), bašta (>bahçe), čaršaf, čoban, durbin (>dürbün), džigerica (ciğer), ekser, kajsija (>kayısı), kašika (>kaşık), kat, makaze (>makas), mušterija (>müşteri), pamuk, peškir (>peşkir), sanduk (>sandık), sirće (>sirke), šećer (>şeker).
Üçüncü gruba, değişen hayat koşulları sebebiyle kullanım sıklığı düşük olan kelimeler alınabilir. Bu grup kelimelerle ilgili olarak iki durumun ileri sürülmesi gerekir. Birincisi, bunların Slav kökenli karşılıkları bulunmamakta. İkincisi, bunlar standart dillere dahil edilmişlerdir. Örnek olarak bugünkü hayat koşulları sebebiyle Boşnakça’da olduğu gibi Türkçe’de de nadir rastlanan ya da sadece belli durumlarda kullanılan đerđef (>gergef) veya mangala (>mangal) kelimelerini gösterebiliriz. Bu örneklerin yanı sıra Türkiye Türkçe'sinde yaygın olarak kullanılan čakšire (>çakşır), đugum (>güğüm), ibrik, saz gibi kelimeler, Bosna halklarının dillerinde anlam daralmasına uğrayıp bugün kullanımda bunlara nadir rastlanmaktadır. Bu gruba alınan kelimeler, standart dillere dahil edildikleri halde konuşanın bilincinde bulunmayabilirler. Diğer deyişle, konuşan gösterileni bilmediği durumda göstereni de bilemeyecektir.
Dördüncü gruba, kullanımdan çıkıp dilin arkaik ögeleri olarak bilinen Türkçe kelimeleri toplamak mümkün. Bunların Slav kökenli karşılıkları standart dilde yer almaktalar, Türkçe kökenli eş anlamları ise supstandard olarak nitelendirilmektedir. Meselâ: avlija (>avlu), baksuzluk (>bahtsızlık), bećar (>bekâr), bošča (>bohça), ćeif (>keyif), dembel (>tembel), dert, dušmanin (>düşman), fukara, hasta, hevta (>hafta), kapija (>kapı), kavga, mahala (>mahalle), mejhana, pazar (>pazar yeri anlamında), raf, sokak. Yalnız, belli sosyal ve kültür özelliklerine işaret eden bu tür kelimeler, üslûp açısından belirtili (marked) olarak nitelendirilir. Bunlar, düz anlamlarının yanı sıra yan anlamlarını da taşıyorlar; böylece farklı bir üslûp kalitesi sağlayarak dilin niteliğine olumlu katkıda bulunmaktalar. Bu sebeple onların yazı dilinde önemli bir rolü vardır.
Bu makalede biz, Balkanların Bosna ve Hersek bölgesinde konuşulan dillerde yer bulan sözcük birimlerinin, günümüzde sürdürülen Türkçe öğretimiyle nasıl bir ilişkisi olabilir konusuna değinmek istiyoruz. Aslında çok genel yazdığımız bu makalede konu ile ilgili birtakım şahsi görüşlerimizi ileri sürmek istiyoruz. Umarız ki ilgilenen kişiler kendi görüşlerini de bunlara katacaklardır.
Türkçe derslerinde geçen Türkiye Türkçesi kelimeleri arasında, doğal olarak, Bosna’da konuşulan dillerin söz varlığında yer alan Türkçe kelimelere de rastlanmaktadır. Fakat bu tür kelimelerle karşılaştığı zaman öğrenci, genel olarak, bunların iki dilin ortak öğeleri olduğunu düşünmüyor. Bunun başlıca sebebi şu ki herkes, öğrenmekte olduğu yabancı dile “dışarıdan” bakıyor ve yeni karşılaştığı her bir dil unsurunu “yabancı unsur” olarak kabul ediyor. Öte yandan kendi ana diline “içeriden” bakıyor ve ana dilinin unsurlarını - kökenlerini düşünmeden - “yerel” olarak algılıyor. Nitekim, öğrenmekte olduğu Türkçe’yi öğrenci, yabancı dil olarak görüyor, hatta uzak geçmişte kalan Türkçe’nin ana diline olan etkisinin bilincinde olmayabiliyor. Böylece, ana dilinde öteki Slav kökenli kelimelerle aynı değere sahip olan mesela, badem, cep, çekiç gibi Türkçe kökenli kelimeler, öğrencinin bilincinde “yabancı unsurlar” kavramıyla bağdaşmıyorlar.
İkinci bir sebep ise, Boşnakça’da, Hırvatça’da, Sırpça’da bulunan Türkçe’den alıntı kelimelerin çoğu, Türkiye Türkçesindeki biçimlerine göre birtakım fonetik farkları göstermektedir. Tabiî ki buna anlam farklarını da eklemek gerekir. Nitekim, Slav dillerine yüzyıllar önce giren Türkçe kelimeler, o zamanki biçimleri ve anlamlarıyla ödünç alınmıştır. Bunların bir kısmı o dönemin yazı dili yoluyla girdiği halde büyük bir kısmı konuşma dilinden, dolayısıyla Balkanlar bölgesinde konuşulan Türk ağızlarından alınmıştır. Türkoloji çalışmalarında bu duruma daha önce dikkat çekilmiştir. Ödünçlenen kelimeler, geldiği dilin (Türkçe’nin) bünyesinde gelişen değişmelerin etkisi dışında kaldılar, girdiği dilin (Boşnakça’nın, Hırvatça’nın, Sırpça’nın) bünyesinde yeni hayata başladılar. Böylece Slav dillerinde varlığını sürdüren Türkçe kelimelerin, Türkiye Türkçesinde kullanılanlardan biçim, hatta anlam bakımından farklı olmaları, dil gelişmelerinin doğal neticesidir. Buna örnek olan birçok kelime var, burada bir tanesini göstermekle yetinilmiştir. Öğrenci, bir Türkçe metinde düğme kelimesiyle karşılaştığı zaman onunla ana dilindeki dugme biçimi arasında bağlantı kurmayı düşünemiyor. Bu sebeple, Türkçe ile Bosna dilleri arasındaki bağlantıyı öğrencinin yararına anlatmak gerektiği kanaatindeyim. Bunun çerçevesinde etkileşimin ne şekilde gerçekleştirildiği, alıntı kelimelerin özellikleri hakkında kendisine bilgi vermek gerekir. Bunun başlıca amacı ise, Türkoloji öğrencisinin, kendi dilinin ve kendi kültürünün bilinçli değerlendirilmesine ileride katkıda bulunabilmesi olmalı.
Nihayet, yaşayış koşullarının değişmesi sebebiyle kullanımdan düşmüş ya da standart dilde nadir rastlanan Türkçe kelimeleri öğrencinin bilmesinde yarar var diye düşünmekteyim, şu açıdan: Geçmişte bütün bu kelimeler, o dönemde yaşayan dilin – yani onun söz varlığının – birimleriydi. Bu dil, o zamanki biçimiyle bugün yaşamadığı halde (zaman içerisinde özellikle söz varlığını önemli derecede etkileyen değişmelere uğradığından dolayı) Bosna’nın sosyo-kültür ortamında o, bir kültür dili olarak halen yaşamaktadır. Bunu belirgin bir şekilde sözlü edebî ürünler göstermektedir. Bugün konuştuğumuz dil, geçmişte konuşulan dilden gelişmiştir. Dolayısıyla geçmişin dili, bugün vazgeçilmez bir kültür mirası niteliğini taşımaktadır (Peti, 1995 : 124).
Bir deneme yapmak amacıyla Boşnakların sözlü edebiyatı antolojisinden aldığım bir destan ve günümüzün Boşnak yazarlarından İrfan Horozoviç’in üç kısa öyküsünü son sınıf öğrencilerine verip Türkçe kökenli kelimeleri tespit etmelerini istedim. Seçilen metinlerin biri çağdaş yazı dilini, ötekisi nispeten arkaik konuşma dilini yansıtırken her ikisi, öğrencinin içinde yaşadığı kültürün birer parçasıdır. Bu sefer öğrenci “içeriden” gördüğü ana dilinden hareket ederek onun kültüründe yer bulan Türkçe kökenli leksik unsurlarını tanımaya ve anlamaya çalışıyordu.
Kolay tanınanlar arasında Türkiye Türkçesinde ve öğrencinin ana dilinde aynı fonetik özelliklerini gösteren ve aynı anlamları taşıyan kelimeler oldu. Meselâ: akşam, at, bayrak, cep, demir, haber, hayr, hayvan, hizmet, ibrik, kadifa, kahva, kavga, konak, mavi, padişah, pencer, rezil, sabah, sanduk (>sandık), saray, selâm, sokak, sultan, yaziya (>yazı), zurna.
Kolayca tanınıp tespit edilen kelimeler arasında, birtakım ses değişmelerini gösteren kelimeler de vardı. Bunlar, Bosna’da “supstandart”ta yer aldıkları halde bu bölgede bugün bile nispeten sıkça duyulur, meselâ: avliya (>avlu), bakšiš (>bahşiş), čador (>çadır), daidza (>dayı), dova (>dua), dušek (>döşek), dušmanin (>düşman), gazija (>gazi), kandžija (>kancı), kapija (>kapı), lakrdija (>lakırdı), merdevine (>merdiven), mejdan (>meydan), odaja (>oda), šeher (>şehir).
Göz ardı edilmemesi gereken husus şu ki sayılan bu kelimeler Türkiye Türkçesinde yaygın olarak kullanılır, yani dördüncü sınıf öğrencisinin Türkçe derslerinde öğrenebildiği kelimelerdir.
Bunların yanı sıra alaybeg, asker, bayraktar, beg, çauş, dabulhana, ferman, haznadar, mekterhana, paşa, spahiya (>sıpahi), telal, timar-tefterdar, topuz, vezir, yamak gibi aynı ses ve anlam özelliklerini koruyan tarihî terimleri öğrenciler kolayca tespit edebildiler.
Öte yandan Türkiye Türkçesinde yeni anlamlara bürünen fakat Boşnakların sözlü edebiyatında eski anlamlarını taşıyan kelimelerin algılanmasında öğrenci zorluk çekiyor. Böylece çelenk, ocak, surudzija, tatar, yedek gibi kelimelerin etimolojik açıdan Türkçe olduklarını bilen öğrenci, bunların metnin içindeki anlamlarını tespit etmekte zorlanıyor. Kendisi, sürücü kelimesinin “motorlu taşıt süren kimse, şoför” anlamını biliyor, ancak bunun aynı zamanda “hayvan, at arabasını süren kimse” anlamına da geldiğini düşünemiyor. Benzer bir durum yedek kelimesinde görülmüştür. Yedek anahtar, yedek parça gibi sıfat tamlamalarından yedek kelimesinin anlamı ve kullanımını öğrenen öğrenci, bunun aynı zamanda “hayvanı yedeğe alan ip, yular” anlamına geldiğini bilmiyor. Bu durum, doğal olarak günümüzün yaşayış koşullarıyla ilgilidir.
Nihayet öğrencilerin zor tespit edebildikleri örneklere işaret edelim. Bunları şu şekilde gruplandırmak mümkün:
- mahrama, murtat, şevak gibi Türkiye Türkçesinde kullanımdan düşmüş ya da eski sayılan kelimeler.
- günümüzün hayat koşulları nedeniyle ya da günümüzün Türkçe metinlerinde yaygın olmayan aynı zamanda ses ve şekil bakımından öğrencinin ana diline uygun olan kelimeler, meselâ: hurç, raht srma.
- ses değişmelerine uğramış kelimeler: buljukbaša (>bölükbaşı), ćejif (>keyif), ćuhejlan (> küheylan), dorat (>doru at), hiyanet (>ihanet), kurşum.
İsim türü bir Türkçe kelimenin, “yapmak/etmek” anlamındaki Slav kökenli učiniti fiiliyle bir araya getirilip türetilen fiiller öğrencilere, esasında yabancı geldiler. Bunların birkaç örneğini verelim: asi učiniti, hazur (>hazır) učiniti, idaru učiniti, ilum (>ilim) nauciti, kayil učiniti, surgun (>sürgün) učiniti. Bu örneklerin arasında Türkçe kelime üzerine bir Slav ekinin getirilmesiyle türetilen fiiller de yer alırlar, meselâ: harčiti (>harcamak), osejriti (>seyretmek). Nitekim, bu tür türemeler artık öğrencinin ana dilinde kullanılmamakta, sadece sözlü edebiyat ürünlerinde bunlara rastlanmaktadır.
Benzer bir durum, Türkçe’nin bir yandan sırça kelimesi, öte yandan şık kelimesi üzerine isimden sıfat yapan –lI ekinin getirilmesiyle türetilen srçali ve şikli sıfatlarında da görülmüştür. Bu sıfatlar srčali durbin (<sırçalı dürbün) ve šikli odaja (<şıklı oda) tamlamalarında geçmektedir.
Her bir sosyokültürel ortam, konuştuğu dile zaman perspektifinden baktığında kendi dilini değerlendirebilir; bir yandan kendi dilinin özelliklerini, öte yandan onun diller arasındaki yerini görebilir. Aynı zamanda konuştuğu dille etkileşim sürecinde bulunan dil veya diller hakkında bir takım bilgilere sahip olur. O ikinci dili yabancı dil olarak okuyan öğrencinin etkileşimin bilincinde olması iki yönlü yararlı olmuş olur.
ÖZET
Geçmiş yüzyıllarda Balkanlarda yaşamış olan Slav dilleri Türkçe’nin etkisine açık kalmışlardır. Diller arasındaki bu etkileşim, genel olarak farklı kültürlerin temasta bulunmasının doğal bir neticesidir.
Slav dilleri, yapıları bakımından Türkçe’nin yapı ve işleyişi ile bağdaşmayan dillerdir. Bu durum, aslında, Slav dilleri ile Türkçe’nin farklı ailelere bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Türkçe’nin Slav dilleri üzerine olan etkisi, Slav dillerinin ses, yapı ve cümle yapısı alanlarından çok kelime verme alanında güçlü bir şekilde kendini göstermiştir.
Bir dile yabancı kelimelerin girmesi, o dilde beliren bazı kavram boşluklarını doldurma amacına dayanmaktadır. Türk kültürüyle birlikte Balkanlara gelen yenilikler, o zamana kadar bilinmeyen kavramları kendisiyle birlikte getirmiştir. Bu yeni kavramları karşılayacak Slav kökenli kelimelerin bulunmaması yüzünden Türkçe kelime ve terimler Slav dillerine aktarılmıştır. Dil bilimi ifadesiyle bölge dilleri Türkçe’den "gösterilen"le birlikte "gösteren"i de ödünç almıştır. Bu tür ödünçleme dil bilimsel sebeplere dayanmaktadır. Bölge dillerinde ihtiyaç duyulan bu kelimelerle terimlerin yanı sıra, Slav kökenli karşılığı var olan kelimeler de Türkçe’den ödünç alınmıştır. Diğer deyişle, bilinen bir "gösterilen" için "gösteren" ödünç alınmış, bir süre sonra alışkanlık kazanıp ana dilde var olan "gösteren"le birlikte yaşamaya başlamıştır. Dolayısıyla ödünçlemenin sebepleri sadece dil bilimsel (linguistik) özelliklere değil dil dışı (extralinguistik) özelliklere de dayanmaktadır.
Bilindiği gibi, bir dile ödünç alınmış yabancı kelimelerin bir kısmı günümüze kadar varlığını sürdürmektedir, bir kısmı ise zaman içerisinde ya “arkaik” unsurlar niteliğinde yaşamaya devam ederler, ya da tamamen kullanımdan düşerek yerini yeni kelimelere bırakırlar. Öte yandan geçmiş yüzyıllarda halkın içinden doğan, nesilden nesile nakledilen sözlü edebiyat, meydana çıktığı dönemin dilini içermektedir. Destanlar, masallar, halk öyküleri, fıkralar halkın konuştuğu dille anlatılmıştır. Dolayısıyla günümüz standart dilinde varlığını sürdürmemekte olan kelimelere bile sözlü edebiyatta rastlamak mümkündür.
Bir halkın, vazgeçilmez kültür değerini oluşturan sözlü edebiyatı doğru bir biçimde değerlendirmesi ve koruması, onu doğru bir biçimde anlamasına bağlıdır.
Bütün bunları göz önünde tutarak bu çalışmamızda Sarajevo Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde sürdürülmekte olan Türkçe eğitiminin, Boşnakların çağdaş kültürü açısından yerini ve önemini değerlendirmeye çalıştık.
KAYNAKÇA
Adamović, Milan (1973.): “O poreklu srpskohrvatskih osmanizama”, Južnoslovenski filolog 30/1-2/, Beograd, s. 229-236.
Bugarski, Ranko: Lingvistika u primeni, Zavod za udžbenike i nastavna sredstva, Biblioteka “Tumačenje književnosti”, Beograd.
Filipović, Rudolf (1986.): Teorija jezika u kontaktu, Zagreb.
Glibanović-Vajzović, Hanka (1986.): “O turcizmima u srpskohrvatskom jeziku sa sociolingvističkog stanovišta”, Književni jezik 15/2, Sarajevo, s. 141-147.
Güngör, Nevin (1991.): Kültür-Eğitim-Dil Üzerine Görüşleri ile Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları 1290, Kültür Eserleri 167, Ankara.
Hadžiefendić, Remzija (1984.): ”Turcizmi u funkciji imenovanja likova u ‘Dervišu i smrti’ i ‘Na Drini ćuprija”, Književni jezik 13/4, Sarajevo, s. 199-217.
Nikolić-Hoyt, Anja (1994.): “Kulturne i povijesne komponente značenja riječi”, Filologija, knjiga 22-23, Zagreb, str. 253-257.
Peti, Mirko (1995): Jezikom o jezik – studije, Zagreb 1995.
Škaljić, Abdulah (1985.): Turcizmi u srpskohrvatskom-hrvatskosrpskom jeziku, “Svjetlost” Sarajevo.
Vajzović, Hanka: Orijentalizmi u književnom djelu – Lingvistička analiza, Sarajevo 1999.
"Dil ve Kültür İlişkisi: Bosna’da Türk Dili Öğretimindeki Yeri"
Kerima FİLAN
RSS beslemesi, bu iletideki yorumlar için