Güzel ve Etkili Konuşma: Pişmiş Yiyen Üç Çiğ Adam

Güzel ve Etkili KonuşmaGüzel ve etkili konuşmanın bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Güzel ve etkili bir kişiliğin sonucu.

Telaffuz düzeltilebilir, görünüş düzenlenebilir, doğru nefes alma teknikleriyle ses tonu ayarlanabilir, vurgu ve tonlama öğretilebilir.

Peki, telaffuz – görünüş - ses tonu - vurgu ve tonlama bileşkesi kişiyi güzel ve etkili bir konuşmacı yapmaya yeter mi?

 Bu soruyu, ‘’Evet’’ veya ‘’Hayır’’ şeklinde cevaplandıramayız. ‘’Biçimsel olarak evet, içerik olarak hayır’’ diyebiliriz zannımca.

Biçimsel olarak evet çünkü temiz bir Türkçe,  derli toplu bir görünüm, kulağı yormayan ama rahatça işitilebilir bir ses tonu, ahenkli bir vurgu ve tonlama;  ilgiyi ve dikkati konuşmaya başlayan kişinin üzerinde toplar.

Biçim açısından güzel ve etkili konuşmacılara en iyi örnek, televizyon sunucularıdır. (Eskileri kastediyorum tabii.)

Bu sunucular; dimdik duruşları ve söylediklerine hâkimiyetleriyle ellerindeki metni ne güzel okurlar. Bakışları hedefteyken ezberleri akıp gider.

Ancak hayat, ezber ve okuma üzerinden gidilerek halledilebilecek gibi değil. Hayat, daha çok bir doğaçlama.

Güzel ve etkili bir konuşmacı olmanın püf noktası da bu doğaçlamalarda; yani doğru yerde, doğru zamanda, doğru şeyleri, doğru bir tarzda söylemekte yatıyor.

Biçimsel olarak güzel ve etkili konuşmak bir eşik. Mühim olan eşikten içeri adım attığımızda neyle karşılaşıyoruz?

Mesnevi’de çok ama çok sevdiğim bir hikâye var. Şöyle:

Hatırıma Sebalıların hikâyesi geldi. Saba rüzgârı veba olmuştu onlara ahmaklıklarından.

Büyük ve önemli bir şehirdi. Ancak fazla değildi büyüklüğü bir tepsinin büyüklüğünden. Alabildiğine yüksekti, genişti ve uzundu. İrinin irisi, kat be kat bir soğan gibi. On şehrin halkı toplanmıştı Seba’da. Ancak hepsi, yüzü yıkanmamış üç kişiydi. Sayısız efendi ve köle vardı orada. Ancak hepsi, pişmiş yiyen üç çiğ adamdı.

Üç kişiden biri uzakları görendi ve kördü. Süleyman’ı görmezdi ama karıncanın ayağını görürdü.

Bir diğeri iyi işitendi ve sağırdı. Bir hazineydi ama içinde bir arpa tanesi kadar altın yoktu.

Ve diğeri çırılçıplaktı, dip koçanı açıktaydı. Ama elbisesinin etekleri uzundu.

Kör şöyle dedi: “Şu taraftan atlılar geliyor. Hangi milletten ve kaç kişi olduklarını görüyorum.”   

Sağır: “Duydum seslerini. Açık ve gizli konuştuklarını dinliyorum,” diyerek onayladı körü.

Çıplaksa: “Uzun eteklerimi keseceklerinden korkuyorum,” diye atıldı.

Kör: “Yaklaşıyorlar. Kalkıp kaçalım bizi bağlayıp dövmeden onlar,”; Sağır: “Evet, sesler gittikçe yaklaşıyor. Haydin dostlar!”; Çıplak: “Eyvahlar olsun! Eteğime tamah edip kesecekler!” dedi. Ve şehri bırakıp çıktılar. Bozgun içinde bir köye vardılar.

Semiz bir kuş buldular köyün içinde. Hayret! Kuşta zerrece yoktu et. Kuru ve ölü kuşun kemikleri, kargaların gagalamasından iğne ipliğe dönmüştü. Yediler onu bir aslan avını yercesine. Sonra her biri fil gibi şişti, şişmanladı. Üç büyük ve semiz fildiler sanki.

Sığamaz oldular dünyaya şişmanlıklarıyla. Dışarı süzülüp gittiler kapının çatlağından yedi arşınlık boylarıyla.

Hz. Mevlana, hikâyenin tasavvufi yorumunu yapmış, merak edenler Gökyüzüne Merdiven’den okuyabilirler. Ben hikâyeyi güzel ve etkili konuşma açısından yorumlamak istiyorum.

Bazıları sahip oldukları maddi-manevi kazanımları alabildiğine abartıyor. Kendinden menkul bitmez tükenmez zenginliklere sahip. İrinin irisi kat be kat bir soğan gibi.

Bazıları, başkalarına sağır. Kendi sesine hayran. Başkalarının söylediklerini asla duymuyor.

Bazılarıysa kendine sağır. Azımsanmayacak miktarda ve fütursuzca kelime tükettiği halde sadece başkalarının ne dediğini duyuyor.

Bazıları, kendine kör. Kendi davranışlarını görmüyor ama başkalarını sürekli olarak gözlemliyor. Ayıp ve kusur bulmak için. Bulduklarını da olabildiğince hızlı bir şekilde yaydıktan sonra arta kalanları hafızalarının derin dondurucusuna kaldırıyor. İhtiyaç halinde kullanmak üzere.

Bazıları, kendine çıplak. Kendinden ve kendiliğinden hiçbir şeyi yok. Düşünceleriyle, sözleriyle, davranışlarıyla, görünüşüyle tam bir copy-paste karizma gelgelelim özgün olduğunu ve diğerlerinin hep onu taklit ettiğini iddia ediyor.

Bazıları benzerleriyle birlikte; dedikodu yapıyor, laf taşıyor, sözleri bağlamlarından ayrıştırarak işine geldiği gibi kullanıyor, ima ve alay ediyor. Hayrettir doğrusu,  üzerinde zerrece et olmayan ölü ve kuru kuşun etini iştahla yiyip doyuyorlar hatta semirip büyüyorlar hiçbir yere sığamayacak kadar.

Bu yüzden bazıları, çok iyi kavga edebiliyor ama hakkını koruyamıyor.

Bu yüzden bazıları, sürekli konuşarak karşısındaki yorup susturuyor ama kendini ifade edemiyor.

Bu yüzden bazıları, yüksek perdeden odaksız nutuklar atabililiyor ama insanları harekete geçiremiyor.

Bu yüzden bazıları, Facebook’unda 537 kişi kayıtlı olduğu halde sohbet etmek için on dakika olsun konuşabileceği birini bulamıyor.

Kendine kör, sağır, çıplak kişilerin reel hayat sahnelerinde güzel ve etkili doğaçlamalar yapması mümkün değildir.

Etkili ve güzel konuşmalar yapmak isteyenler önce oturup kendi kendileriyle bir güzel konuşmalıdır.

Güzel ve etkili konuşmak isteyen birinin unutmaması gereken şudur: Güzellik ve etki, diğer adıyla görkem, bütün gücünü sahicilikten alır.

Sahici düşünceler ve sözlerden. 

Yazan: Hatice Gülcan Topkaya

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR