Cep Telefonu Kullanımında Adab-ı Muaşeret

Cep Telefonu KullanımıGerek cep telefonu gerekse sosyal medya kullanımı görgü kuralları açısından vahim bir durum arz ediyor.

“Züccaciye dükkanına girmiş fil” benzetmesi de kifayetsiz kalıyor. “Züccaciye dükkanına girmiş dinazor” etkisi yaratıyor bu kullanımlar bazen.

Eskilerin adab-ı muaşeret dedikleri görgü kurallarının cep telefonu ve sosyal medya için acilen devreye sokulması gerekiyor. “Zaman içinde bu kurallar oluşacak ve oturacaktır” diye ümit etmek istiyorum. Fakat en iyisi kimseyi beklemeden sizin bu kuralları kendi adınıza uygulamanız olacaktır kişisel imaj yönetiminde, etkili ve güzel konuşmada fark yaratmak istiyorsanız.

 


Cep telefonu kullanımında yaygın olarak yapılan görgü ihlallerinden başlayalım:

“Nerdesin???”

Telefonu açan kişiye yöneltilen bu girizgaha her seferinde ısrarla hayret ediyorum şahit olduğum tanıdık ve yakın aramalarının yüzde doksan beşi bu şekilde başlıyor olmasına rağmen.

Telefon açtığınız kişiyle akraba, ahbap, can ciğer, her ne olursanız olun ilk sözünüz selama dair olsun yanından beş dakika önce ayrılmış olsanız bile. Bir “merhaba” demek kaç kontörünüzü alır? Tanıdık veya yakının halinden önce, nerede olduğunu merak etmek insani bir tutum mudur? Hayatta her şey saniyeler içinde olmuyor mu? Belki siz yanından ayrıldıktan sonra hayatının aşkıyla karşılaştı ve dili tutuldu, belki sandalyeden düşüp kolunu kırdı. Hiçbir şey olmamışsa bile yaşamınızda öyle veya böyle bir yeri olan bu malum şahıs, bir “selam”ı hak etmez mi?

Çocukluğumda bize sıkça hatırlatılan bir görgü kuralı da şuydu: "Sakın ola, yolda bir komşuyla karşılaşılaşınca, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, deme. Meraklı olma, çok ayıptır, belki sana söylemek istemiyor, belki gizli bir işi var, insanları yalan söylemek zorunda bırakma.”

“Neredesin?” açılışı, hala geçerli olduğunu düşündüğüm bu görgü kuralına da aykırı. Ne kadar yakınınız olursa olsun size nerede, ne yaptığına dair naklen yayın yapmak zorunda mı aradığınız şahıs? Kimsenin özeli yok mudur? Samimi olmak, kişilerin her şeyine vakıf olmakla eş anlamlı değildir. “Aaa, yok öyle şey ben …'ya nefes aldırmam!” diyorsanız, sizin nefesiniz kesilir bir süre sonra takip yorgunluğuyla, aklınızda olsun.

“Yakınlarım saygı ve özene layıktır” düsturuyla hareket edin ve araştığınızda selamla başlayıp selamla bitirin görüşmenizi.

“Amannn! Şimdi bakamam!”

Bakamayacağınız zamanlarda cep telefonunuzu kapatın. Yok, bu çok ağır oldu. Tamam, bahanelerinizi cebinize geri koyun. Telesekretere bağlayın en iyisi.

Gerçekten de  keyfi olarak cevaplanmayan aramalar, cep telefonu trafiğinde azımsanmayacak bir orana sahip. Bunun evde olduğunuz halde zil çalınca kapıyı açmamaktan farkı ne? İnsanlara, istedikleri zaman size ulaşabilmeleri için numaranızı, siz veriyorsunuz. Kurumların isteğimiz dışında bize ait verileri yüzsüzce kullanarak yaptıkları tacizci reklam aramalarından söz etmiyorum burada elbette. Yine eşe dosta karşı yapılan samimiyetsizliği kastediyorum.

Arandığınızda bir maniniz yoksa telefonu açın ve konuşun. Siz de eşi dostu aradığınız zamanlara ve telefonda tuttuğunuz sürelere dikkat edin lütfen.

“Eveet?!”

Tanımadığınız birini aradığınızda, selamlaştıktan sonra “…. …. Bey'le / Hanım’la mı görüşüyorum?” sorusunu yöneltin. Doğru adreste olduğunuz teyit edilince ad ve soyadınızla kendinizi tanıtın. Ve hemen ardından müsait olup olmadığını sorun daha sonra konuya giriş yapın.

Tanımadığınız birisi sizi ararsa lütfen, en korkutucu ses tonunuzla küfür gibi bir "Eveet!?" çekmeyin. Arayan da bir insanoğludur, korkmayın sizi yemez. “Benim efendim, buyrun!” şeklinde efendice cevap verin.

Bu kaba hatta edepsiz “Eveet?!”leri normal vatandaş söylediğinde anlayabilmek adına bir sürü bahane buluyorum ama yönetici sekreterlerden duyduğumda gerçekten söylenecek bir şey kalmıyor. Korku salalarak yöneticilik yapanların silik fotokopileri gibiler.

“Dedim / Dedi” muhabbetleri

“Toplu taşıma araçlarında telefon görüşmelerinizi mümkün olduğu kadar alçak sesle yapın ve kısa konuşun” diyeceğim ama gündelik hayatta tam aksi oluyor. Araç hareket edince sarılıyor telefona vatandaş. Hele bir de yol uzunsa ve de oturmuşsa ineceği ana kadar konuşuyor yüksek perdeden. Mahremiyet sınırları artık belli belirsiz, anlatıyor en ince ayrıntısına kadar o günün hikayesini. En masumundan en pespayesine kadar “Ben ona dedim ki / O da bana dedi ki” kalıbında süren bu telefon görüşmeleri mecburi dinleyiciler için tahammülfersa bir durum. İstenmeyen ana-babalar, ödenmemiş faturalar, iş yeri tartışmaları, sorunlu ilişkiler, akşam yenecekler, gelinlik modelleri, final notları hakkında bir malumat kalabalığının hucumuna maruz kalıyor insan bir anda. Tamam, sen vakit bulmuşken içini döküp rahatlıyorsun da yaşanmışlıklarının kirli enerjisine ben neden dolayı maruz kalıyorum?

Dertleşmelerinizi, geyik muhabbetlerinizi üçüncü şahısların olmadığı ortamlara bırakın. Toplu taşıma araçlarında vaktinizi değerlendirmek için gazete ya da kitap okuyun. Yorgunsanız bunu yapamayacak kadar camdan dışarıya ya da içinize bakın ve kendinize, gününüze ait kritiklerle meşgul olun.

Hazır mesajlar

Hazır mesaj kulanmayın derim gerekçeniz ne olursa olsun. Ne acayip şeyler onlar. Ben okuyunca sinirleniyorum o ağlak duyguları ve sığ temennileri ama bugüne kadar bayramda bana mesaj yollamadı diye bir tanıdığa sinirlendiğimi de hatırlamıyorum. Kredinizi düşürmekten başka bir işe yaramaz. Cep telefonuzda kayıtlı diye herkesin bayramını kutlamanız şart değil. Gerekenlere de bir zahmet birkaç dakika ayırıp kişiye özel, sade bir mesaj yazın aslında doğru olan mesaj çekmek değil bizzat aramaktır, özelikle büyükleri.

Telefon zillerini özelleştirmek

“Özelleştirmeyin” derim çünkü ne kadar elit bir zevkin ürünü olursa olsun, bağlamından koparıldığında yavanlaşıyor ve düşündüğünüz gibi kişiliğinizi yansıtmanın bir yolu olmuyor. Kırmızı ışıkta beklerken çalmaya başlayan Vivaldi, asansörde ansızın sökün eden uzun hava, hastane koridorunu dolduran sanat müziği nağmeleri, garip bir şeye dönüşüyor. Bırakın telefonunuz mekanik bir şekilde diridit diridit çalsın. Bu konuda özgün olmayı ergenlere bırakın, siz sade olun.

Sosyal medya için adab-ı muaşeret bir sonraki yazıya artık.

Yazan: Hatice Gülcan Topkaya

Resim Bağlantısı

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR