Türk dili kendi kendine inkâr edilemez bir değer olduğu kadar Avrupa dilleri çiçek demetinde güzel bir güldür. Meşhur Jean Deny’nin deyimiyle “iç bünyesi billûrden yapılmış bir arı kovanını andıran” bu dil ile yıllarca süren sıkı bir temasta bulunmamın sonucunda edinebildiğim bazı tecrübelerimi nezaketli dikkatlerinize arzetmek isterdim. Bu arada ortaya çıkacak dil ve üslûp yanlışlıklarım için hoşgörünüze sığınarak şimdiden özür dilerim. Zaman sınırlılığını göz önünde tutarak, düşüncelerimi sizlere beş-altı madde halinde, kısaca takdim etmeğe çalışacağım.
1. Madde
Türkçe’nin öğrenilirken sevilmesi, öğretilirken de sevdirilmesinin ulaşılacağı umulan başarının, göz ardı edilemeyecek temel bir şartı olduğuna sarsılmaz bir inancım var. Şartın böylesine eskiler: “şartı lâzım ve gayrı müfârık” derlerdi. Biz ise ona “conditio sinequa non” deriz. Öğrenci de Türkçe’nin, güzellikleri çok, öğrenilmesi de kolay bir dil olduğuna öğreniminin tâ başından beri esaslı bir şekilde kanaat getirmelidir.
2. Madde
Herhangi yabancı bir dilin öğreniminde olduğu gibi, Türkçe’nin öğreniminde de yineleme, defalarca ve yüksek sesle tekrarlama son derece önemli bir şeydir. Hani o Latince: “Repetitio est mater studiorum” yani: “Tekrarlama bilimin anasıdır” deyimi var ya... Osmanlı Türkleri, eski aydınlarınız da tekrar etmenin önemini kabul ederek, meseleyi hafif bir istihza ile karışık şaka yollu ve galiba gözleriyle biraz gülümseyerek dile getirdiklerinde: “Et-tekârü ahsen, velev kâne yüz seksen” yani: “Tekrar en güzeldir, eğer yüz seksen olduysa” demezler miymiş?...Tekrarın normaline “temrîn” derlerdi. Bizler bugün buna “alıştırma” demez miyiz?... Evet, kaldı ki, tekrar alıştırmanın ta kendisi...
3.Madde
Türkçe’nin, köklerinin yanı sıra, tüm ekleri öğrencilere muhakkak ezberletilmeli. Bunlar her öğrencinin ağzından fazla düşünmeden, otomatik olarak, saçılan kıvılcımlar gibi ânında fışkırmalı. Çünkü konuşurken onları uzun uzun düşünecek zaman yoktur ki... Türkçe’nin tüm dil bilgisi kuralları ve bu arada, örneğin, iyelik ekleri ile teçhiz edilen -dık-, -acak- gibi ortaçlar ve -ma- gibi fiilden isimlerle ortaya getirilen, bazen de “bülbül öten yer” ya da “kapısı açık oda” türünden belirli kalıplara göre genişletilerek ve sözü geçen unsurlarla zenginleştirilerek kurulan, yalnız Türk söz dizimine özgü olan bütün o muhteşem yapılar – en çok gelişmiş olanlarıyla – hep bu mini mini eklere dayanmaz mı?...
4. Madde
Evdeki çalışma fazla yorgunluğa yer vermeden günde iki üç saat sürmeli. Bu arada derste çalışılan metin gramer unsurlarıyla sözcükler lügat anlamları açısından büyük bir titizlikle tahlil edildikten sonra en az dört beş defa, gittikçe artan bir tempo ile her defasında yüksek sesle okunmalı. İyice anlaşılmış bulunan Türkçe metin yazılı olarak öğrencinin ana diline tercüme edildikten sonra, Türkçe aslı kapatılarak ana diline yapılmış tercümeden yine Türkçe’ye çevirisi ortaya getirilip, Türkçe aslı açılarak öğrenci tercümesi kendisi tarafından düzeltilmelidir. Dershanede aynı şey, sıra ile ikişer öğrenci çalıştırılarak sözlü de yapılabilir. Çünkü orada bulunan hoca hemen gereken düzeltmeleri yapıyor. Öğrencilerden biri metin okuyor, öbürü ise okunanları anında ya Türkçe’den yerel dile, ya da yerel dilden Türkçe’ye çeviriyor....
5. Madde
Okul dışında öğrenciler, yerel hocalarının yaptıkları gibi, belirli bir söz kültürüne sahip Türk arkadaşları varsa, kendileriyle bol bol Türkçe konuşmaya, Türkçe’yi Türklerin ağzından öğrenmeye büyük bir önem vermeli. Yoksa, hiç olmazsa Türkiye’deki gençlerle mektuplaşmalı. Tatillerini de Türkiye’de geçirmelidirler. Radyo ve televizyonlardan Türkçe yayınlar dinleyerek, izleyerek ve özellikle Türk ortamında bulunarak o çok önemli “kulak dolgunluğa”na sahip olacaklardır.
6. Madde
Avrupa’da eskiden “methode” herhangi yabancı bir dil öğrenmeye yarayan manüel, el kitaplarına verilen bir isimdi. Bugün ise teypli, diskli, işitsel-görsel metotlar da pek çoktur. Eskisi, yenisi, hepsi çok güzel ve tamamlayıcı usul ve malzemeler olarak, şüphesiz ki kullanılmalıdır. Fakat bütün bunlar öğrenci ve öğretmenlerin gayret ve emeğinin yerini tutamaz. Ayrıca üniversite düzeyinde yabancı bir dile, bu sefer Türk diline gerçekten vâkıf olabilmek için, muhakkak ki eski yeni, çok ama çok miktarda metinler okumak da elzem denecek kadar gereklidir. Gazetelerdeki küçük ilân ve makalelerden tutun, Türk edebiyatının şaheserlerine kadar bol bol metinler... Üstüne de su katılmadık Türklerle bol bol sohbet.....Aslına bakılırsa, bu son usul aynı zamanda dostluğa, işbirliğine, milletlerin kardeşçe yanyana yaşamalarına götüren en güzel bir yol değil mi?...
Nazik dikkatlerinize teşekkür ederim.
KONU İLE İLGİLİ İSİMLER:
M. Ergin, J. Deny, A.N. Kononov, R. Underhill, G. L. Lewis, Ş.S. Aylarov, H.Jansky, H. Jahlitschka, M.Hengirmen/TÖMER ve yayınları.
1. Madde
Türkçe’nin öğrenilirken sevilmesi, öğretilirken de sevdirilmesinin ulaşılacağı umulan başarının, göz ardı edilemeyecek temel bir şartı olduğuna sarsılmaz bir inancım var. Şartın böylesine eskiler: “şartı lâzım ve gayrı müfârık” derlerdi. Biz ise ona “conditio sinequa non” deriz. Öğrenci de Türkçe’nin, güzellikleri çok, öğrenilmesi de kolay bir dil olduğuna öğreniminin tâ başından beri esaslı bir şekilde kanaat getirmelidir.
2. Madde
Herhangi yabancı bir dilin öğreniminde olduğu gibi, Türkçe’nin öğreniminde de yineleme, defalarca ve yüksek sesle tekrarlama son derece önemli bir şeydir. Hani o Latince: “Repetitio est mater studiorum” yani: “Tekrarlama bilimin anasıdır” deyimi var ya... Osmanlı Türkleri, eski aydınlarınız da tekrar etmenin önemini kabul ederek, meseleyi hafif bir istihza ile karışık şaka yollu ve galiba gözleriyle biraz gülümseyerek dile getirdiklerinde: “Et-tekârü ahsen, velev kâne yüz seksen” yani: “Tekrar en güzeldir, eğer yüz seksen olduysa” demezler miymiş?...Tekrarın normaline “temrîn” derlerdi. Bizler bugün buna “alıştırma” demez miyiz?... Evet, kaldı ki, tekrar alıştırmanın ta kendisi...
3.Madde
Türkçe’nin, köklerinin yanı sıra, tüm ekleri öğrencilere muhakkak ezberletilmeli. Bunlar her öğrencinin ağzından fazla düşünmeden, otomatik olarak, saçılan kıvılcımlar gibi ânında fışkırmalı. Çünkü konuşurken onları uzun uzun düşünecek zaman yoktur ki... Türkçe’nin tüm dil bilgisi kuralları ve bu arada, örneğin, iyelik ekleri ile teçhiz edilen -dık-, -acak- gibi ortaçlar ve -ma- gibi fiilden isimlerle ortaya getirilen, bazen de “bülbül öten yer” ya da “kapısı açık oda” türünden belirli kalıplara göre genişletilerek ve sözü geçen unsurlarla zenginleştirilerek kurulan, yalnız Türk söz dizimine özgü olan bütün o muhteşem yapılar – en çok gelişmiş olanlarıyla – hep bu mini mini eklere dayanmaz mı?...
4. Madde
Evdeki çalışma fazla yorgunluğa yer vermeden günde iki üç saat sürmeli. Bu arada derste çalışılan metin gramer unsurlarıyla sözcükler lügat anlamları açısından büyük bir titizlikle tahlil edildikten sonra en az dört beş defa, gittikçe artan bir tempo ile her defasında yüksek sesle okunmalı. İyice anlaşılmış bulunan Türkçe metin yazılı olarak öğrencinin ana diline tercüme edildikten sonra, Türkçe aslı kapatılarak ana diline yapılmış tercümeden yine Türkçe’ye çevirisi ortaya getirilip, Türkçe aslı açılarak öğrenci tercümesi kendisi tarafından düzeltilmelidir. Dershanede aynı şey, sıra ile ikişer öğrenci çalıştırılarak sözlü de yapılabilir. Çünkü orada bulunan hoca hemen gereken düzeltmeleri yapıyor. Öğrencilerden biri metin okuyor, öbürü ise okunanları anında ya Türkçe’den yerel dile, ya da yerel dilden Türkçe’ye çeviriyor....
5. Madde
Okul dışında öğrenciler, yerel hocalarının yaptıkları gibi, belirli bir söz kültürüne sahip Türk arkadaşları varsa, kendileriyle bol bol Türkçe konuşmaya, Türkçe’yi Türklerin ağzından öğrenmeye büyük bir önem vermeli. Yoksa, hiç olmazsa Türkiye’deki gençlerle mektuplaşmalı. Tatillerini de Türkiye’de geçirmelidirler. Radyo ve televizyonlardan Türkçe yayınlar dinleyerek, izleyerek ve özellikle Türk ortamında bulunarak o çok önemli “kulak dolgunluğa”na sahip olacaklardır.
6. Madde
Avrupa’da eskiden “methode” herhangi yabancı bir dil öğrenmeye yarayan manüel, el kitaplarına verilen bir isimdi. Bugün ise teypli, diskli, işitsel-görsel metotlar da pek çoktur. Eskisi, yenisi, hepsi çok güzel ve tamamlayıcı usul ve malzemeler olarak, şüphesiz ki kullanılmalıdır. Fakat bütün bunlar öğrenci ve öğretmenlerin gayret ve emeğinin yerini tutamaz. Ayrıca üniversite düzeyinde yabancı bir dile, bu sefer Türk diline gerçekten vâkıf olabilmek için, muhakkak ki eski yeni, çok ama çok miktarda metinler okumak da elzem denecek kadar gereklidir. Gazetelerdeki küçük ilân ve makalelerden tutun, Türk edebiyatının şaheserlerine kadar bol bol metinler... Üstüne de su katılmadık Türklerle bol bol sohbet.....Aslına bakılırsa, bu son usul aynı zamanda dostluğa, işbirliğine, milletlerin kardeşçe yanyana yaşamalarına götüren en güzel bir yol değil mi?...
Nazik dikkatlerinize teşekkür ederim.
KONU İLE İLGİLİ İSİMLER:
M. Ergin, J. Deny, A.N. Kononov, R. Underhill, G. L. Lewis, Ş.S. Aylarov, H.Jansky, H. Jahlitschka, M.Hengirmen/TÖMER ve yayınları.
Avrupa'da Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Sempozyumu - 25-26 Ekim 2001
"Avrupa Birliği’nde Türkçe-Sosyolinguistik bir Perspektif
Yabancı Dil Olarak Türkçe’nin Öğrenim ve Öğretilmesi Metotlarına Dair"
Doç.Dr. JAN CIOPIŃSKI
RSS beslemesi, bu iletideki yorumlar için