Nasreddin Hoca merhumun (покойного Ходжи; merhum — покойный, умерший) biricik varlığı olan (единственной собственностью являющийся; varlık — собственность, olmak — быть) sevgili eşeği (любимый осел; sevmek — любить, eşek — осел) bir gün kaybolmuş (однажды потерялся; kaybolmak — теряться). Kendi mi (сам ли /он/) başını alıp bir yere gitmiş (взял да куда-то ушел; başını alıp gitmek — взять и уйти, улизнуть), yoksa hayvanı biri mi aşırmış (или животное кто-то: «один» украл; aşırmak — стащить, украсть), bilmiyor (не знает).
Tabii şuna buna soruşturmaya, aramaya koyulmuş (конечно, он принялся всех расспрашивать и искать; şuna buna — тех и этих, aramak — искать, koyulmak — браться, приниматься). Kırlara doğru (в поле; kır — поле, степь, равнина, doğru — по направлению к чему-либо) açılmış (направился). Bir taraftan da (ни с того ни с сего также: «с какой-то стороны») bir türkü söylemeye başlamış (песню петь начал; söylemek — говорить, şarkı söylemek — петь, başlamak — начинать). Böylece dolaşıp dururken (вот так, таким образом гуляя; dolaşmak — гулять, -ıp durmak — передает длительность) bir tanıdığına rastlar (одного своего знакомого встречает; tanıdık — знакомый, rastlamak — встречать).
Tanıdığı (его знакомый):
— Hoca, böyle türkü çağıra çağıra nereye gidiyorsun? (вот так песенку напевая, куда ты идешь; gitmek — идти) diye sorar (спрашивает).
Hoca merhum (покойный Ходжа) da eşeğini kaybettiğini (что осла своего потерял), onu aramakta olduğunu (что его ищет; aramakta olmak — пребывать в поиске) söyler (говорит).
Ahbabı (его приятель; ahbap — приятель):
— Bu ne iştir Hoca Efendi (что это такое: «что за дело»)? Benim bildiğim (насколько я знаю), insan eşeğini kaybetti mi (человек осла своего потерял если), feryat eder (жалуется; feryat etmek — жаловаться, кричать /взывая о помощи/), ağlar (кричит), dövünür (убивается). Sen ise türkü söylüyorsun! (А ты вот песню поешь; söylemek)
Hoca, kendisine önündeki tepeyi (на холм перед собой; kendi — сам, önündeki — тот, что перед, tepe — холм) gösterir (указывает).
— Bir ümidim (одна моя надежда; ümit — надежда) şu dağın ardında kaldı (за этой горой осталась; dağ — гора, kalmak — оставаться). Eşeğimi orada da bulamazsam (моего осла там если не смогу найти; bulmak — находить) o zaman siz dinleyin bendeki feryadı! (тогда вы слушайте мой крик; dinlemek — слушать, bendeki — то, что во мне, feryat — крик) cevabını verir (отвечает: «ответ дает»).
Son ümit
Tabii şuna buna soruşturmaya, aramaya koyulmuş. Kırlara doğru açılmış. Bir taraftan da bir türkü söylemeğe başlamış. Böylece dolaşıp dururken bir tanıdığına rastlar.
Tanıdığı:
— Hoca, böyle türkü çağıra çağıra nereye gidiyorsun? diye sorar.
Hoca merhum da eşeğini kaybettiğini, onu aramakta olduğunu söyler.
Ahbabı:
— Bu ne iştir Hoca Efendi? Benim bildiğim, insan eşeğini kaybetti mi, feryat eder, ağlar, dövünür. Sen ise türkü söylüyorsun!
Hoca, kendisine önündeki tepeyi gösterir.
— Bir ümidim şu dağın ardında kaldı. Eşeğimi orada da bulamazsam o zaman siz dinleyin bendeki feryadı! cevabını verir.