Ural Dilleri Konuşanların Türkçe Öğrenmede Karşılaştıkları Sorunlar

Yabancılara Türkçe Öğretimi Gösterim: 8518
          Kimi dillerin birbirine benzeyişi, ortak bir ana dilden gelmiş olmalarıyla açıklanır. Türkçe’yi de içine alan geniş “nostratik” kuramla, Hint-Avrupa, Sami, Hami, Ural, Altay, Dravida Kartvel ve Eskimo-Aleut dillerinin kök birliği kanıtlanmak istenmiştir. Ural-Altay makro dil topluluğu kuramına göre ise Ural, yani Fince, Estonca, Mordvaca, Laponca, Macarca, Ob Ogurcası, Samoyetçe vb. ve Altay, yani Türk, Moğol Mançu ve Tunguz dilleri için bir kök ortaklığı tasarlanmıştır. Kore ve Japon dilleri de sonra bu kümeye bağlanmak istenmiştir. 19. yüzyılın ortalarında ortaya atılan bu kurama göre, Samoyet, Fin, Türk vb. halklarının ataları tufandan kaçıp Altay-Sayan dağlarına sığınmışlardır. Varsayılan Ural-Altay dil akrabalığı doğal bir afetle açıklanıveriyordu. 19. yüzyılda dille yeni ortaya çıkmış ulus kavramı birleştiriliyordu. Dil akrabalığından, akraba dilleri konuşan toplulukların aynı soydan geldiklerini anlamı çıkarılıyordu. Tek bir ana dili konuşan halkın anayurdunu aramak genellikle bilimsel olmayan bir oyalanma olarak nitelendirilebilirse de kendi içinde “genetik” yakınlığı da bulunan Ural dillerinin eski biçimlerinin konuşulduğu yerin Ural dağlarına uzak düşmediği düşünülebilir. Türk, Moğol ve Tunguz dillerini bugün de Tufan kuramının kalıntısı olarak Altay dilleri bağlamında adlandıranlar bulunmaktadır. Zamanda geriye gidildikçe akrabalığın kesinlik oranı azalır, öte yandan bütün dillerin bir yerde, kök ve kaynak yönünden birleştiği söylenebilir. Yeryüzündeki diller için ortak evrensel kurallar önemlidir; evrende değişmeyen tek şey değişme, her şeyin sürekli değişmekte olduğudur. Dil akrabalığının nerede bittiği veya başladığı sınırını çizmek olanaklı değildir. Ayrımlar ne kadar derin olursa olsun, sonuçta insan da dili de birdir. Ancak, Ural-Altay dilleri soydaş olsun olmasın, yapıca benzerlikleri bu dillerden birini ana dili olarak konuşanın bu kümedeki başka bir dili öğrenmesini kolaylaştırmaktadır.
           Yeryüzündeki diller geleneksel olarak köklerine ya da yapılarına göre sınıflandırılmıştır. Yapı benzerlikleri göz önünde tutulduğunda, biçimbirimlerin birbirlerine bağlanması ölçüt alınarak dört ana tip ayrılabilir: Yalınlayan, bitişken (bağlantılı, eklemeli) bükümlü (füzyonel) ve kaynaştıran diller. Yalınlayan dillerde cümleler bağımsız biçimbirimlerden oluşur; dilbilgisel ilişkiler, sözdizimi ve yardımcı sözcüklerle belirtilir; tipik örnek Çince gösterilir. Türk veya Ural dilleri gibi bitişken dillerde dilin işleyişi biçimbirimlerin ek yerleri belli olmayacak biçimde birbirlerine eklenmesiyle gerçekleşir: göz+lük+çü, sık-ış-tır-ıl-mış gibi. Bükümlü dillerde de ön ve sonekler de bulunur, ancak biçimbirimler çok karmaşık değişme ve özümsenmeler gösterdiğinden bu dillere füzyonel diller de denilir. Hint-Avrupa dilleri genellikle bu tiplemeye uyar. 
           Böyle bir sınıflamanın zayıf yanı, herhangi bir dilin, genellikle bir tek sınıfa kokulamamasıdır. Dillerin çoğunda, iki ya da üç sınıfın eğilimleri bir arada görülebilir. Bundan dolayı diller yerine, yalınlayan diller, çok uzun bir süre içinde bitişken dillere, bunlarsa bükümlü ve yeniden yalınlayan dillere dönüşebilmektedirler. Ancak, burada bir yapıbilimi kısırdöngüsünden değil de, sırasıyla, yalınlayan vs. yapıları yeğleyen gelişme eğilimlerinin varlığından söz etmek daha doğru olacaktır. Örnek olarak, füzyonel olarak düşünülen, yalınlayan eğilimleri de bulunan İngilizce’nin durumu verilebilir. Ural dilleri ise, yüzyıllar boyunca Hint-Avrupa etkisinde kaldıkları için füzyonel eğilimleri de gösterirler.
           Bir akrabalık söz konusu olsa da olmasa da “Ural-Altay” dillerinin birçok yanı bulunmaktadır: Ünlü uyumu vardır. Türetmeyle işletme (soru ve iyelik dahil) ön veya içeklerle değil soneklerle olur, ön değil son takılar kullanılır. Sözcükler böylece kolaylıkla uzar: Türkçe’deki yapıştırılamadığından örneğinden olduğu gibi. Sözcüklerde cinsiyet ayrımı ve belirtme öğesi (arktikel, İngilizce’deki the, Almanca’daki der/die/das gibi) bulunmaz. Sayılardan sonra gelen adlar tekildir. Belirten öğe belirtilen öğeden önce, özne yüklemden önce gelir.
           Yeryüzü dillerini sınıflandırmada ölçüt olarak sözdizimi çıkış noktası alındığında özne-nesne-yüklem sıralanışına göre altı seçenek bulunur: Bir sayıma göre, dünya dillerinin yaklaşık % 45’i özne-nesne-yüklem, %42’si özne-yüklem-nesne tiplemesine uyar. Özne-nesne-yüklem dizimi Türk ve Ural dillerinin çoğu, klasik Latince; özne-yüklem-nesne dizimi İsveççe, Almanca, İngilizce gibi birçok Hint-Avrupa dili; yüklem-özne-nesne dizimi Kimrice (Galler bölgesinde konuşulan dil) için geçerli; öteki tipler için pek az örnek bulunmaktadır. Özne, nesne, yüklem sıralanışı birçok sözdizimi kuralını beraberinde getirir. Nesnenin yüklem önünde olduğu dillerde (başlıca özne-nesne-yüklem dillerinde), belirten belirtilenden önce yer alır: Sıfat: küçük ev, ilgi durumu: kızın evi, karşılaştırma: köpek kediden büyük, ilişki öbeği: yolda yürüyen adam, ilgeçler: senin için. Cümle öğelerinin temel sıralanışına dayalı özelliklerin kimisi sözdizimiyle ilgisiz gözükür; tipik özne-nesne-yüklem dilleri bitişkendir, sentetiktir, dilbilgisel uygunluk azdır (onlar geldiler yerine onlar geldi gibi), bağımlı biçimbirimler gövdeyi izler, önek yok, sonekler vardır, ünlü uyumu özne-yüklem-nesne dizimli dillerde olduğundan çok daha yaygındır. Örneklerden de anlaşılacağı gibi, Türkçe tipik bir özne-nesne-yüklem dilidir.
           Dünya nüfusunun yarısına yakınının, iki milyardan çok kişinin ana dili bir Hint-Avrupa dilidir. Öğrendiğimiz ilk yabancı dil çoğunlukla bir Hint-Avrupa dili, günümüzde öncelikle İngilizce olmaktadır. Çevremizi saran Hint-Avrupa dillerine böylesine alışık olduğumuz için, bir dilde sözgelimi cinsiyet bulunmamasının değil, bulunmasının değişik bir olgu olduğunu düşünmeyebiliriz. Bunun için, Türkçe öğrenmeye başlayan bir öğrenci, örneğin dört kızlar değdiği zaman “şimdiye kadar öğrendiklerinizi unutun, ana dilinizdeki gibi söyleyin” diye uyarılmalı, ki bu genellikle hiç düşünemedikleri, hatta ilk başta yadırgadıkları bir olgudur.
           Dil öğretimi ana dili öğretimi, ikinci dil öğretimi, yabancı dil öğretimi gibi kategorilerle ele alınmaktadır. Ural dilleri konuşanların Türkçe’yi bir yabancı dil olarak öğrendiklerinde karşılaştıkları sorunları aydınlatan birkaç örnek görelim. Örnekler Ural dillerinin en tanınmışlarından; Macarca, Fince ve Estonca’dan;
           Ses ve yazıbilimsel sorunlar; Estonca’da kokuz, Fince’de sekiz, Macarca’da yedi ünlü fonem vardır. Estonca'nın ünlü düzeni Eski Türkçe, Eski Oğuzca veya bugünkü Azeri Türkçesi'nin dokuz ünlülü düzeninin tıpkısıdır. Fince’de ise bu dokuz ünlüden “ı” ünlüsü yok. Macarca’da da “ı” yok, ayrıca Fince ve Estonca’daki gibi açık-kapalı “e” karşıtlığı da bulunmamaktadır. Fince ile Estonca’daki “ä;e” karşıtlığı “ä” ve “e” yazı birimleriyle gösterilir. “ä” yazıbirimi örneğin Alman ve İsveç dillerinin yazımında da kullanılır, ancak fonetik bir değeri belirtmez. Türkçe’nin yazımında da bu yazıbirimi yabancı değildir. Sovyet imparatorluğunun yıkılmasından sonra tepeden inme kiril alfabesinden yeniden Latin alfabesine dönme konusu gündeme gelmişti. 1991 yılının Kasım ayında İstanbul’da Marmara Üniversitesinde düzenlenen Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumunda ortak 34 harfli alfabe benimsendi. Bu alfabede açık “e” sesinin gösterimi için “ä” harfi bulunmaktadır. Azerbaycan parlamentosu 25.12.1991 tarihinde yeniden Latin alfabesine geçişini kabul eder; Türkiye’de kullanılan alfabeye ek olarak “ä” harfi de alınmıştır. 4-8 Mayıs 1992’de Ankara’da düzenlenen Sürekli Türk Dili Kurultayında Azerbaycan heyeti “ä” yerine “a” harfinin kullanılması resmileşir. Gagauzlar da ä yazıbirimini kabul ettiler (Azerbaycan’da “ä” den “a”ya geçildikten sonra). Standart Türkçe’de “ä:e” karşıtlığı değil, “e” ünlüsünün iki değişkesi bulunmaktadır ve tek fonem olduğu için yazıda gösterilmez. Standart Türkçe gibi Doğu Rumeli lehçesine dayanan Gagauzca’da böylece aslında bir fonemin iki değişkesi gösterilmektedir.
           Ünsüzlere gelince, Macarca’nın ünsüz düzeninin Türkçe’ninkine çok yakın olduğu görülebilir. En “kötü” durumda olan Fincedir, Fince’nin ünsüz azlığı, ötümlü ötümsüz karşıtlığının bulunmaması, ana dili Fince olanların başka dilleri öğrenmede karşılaştıkları zorlukların başlıca kaynağıdır. Küçük bir ayrıntı olarak “ğ” ile ilgili sorunların aslında dil bilgisi yapıtlarındaki eksik ve yetersiz açıklamalardan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Türkçe hece başı “ğ”nin (=fonem) Fince’de benzerinin bulunması da açıklamayı kolaylaştırır. Birtakım alıntılarla ilgili, yine Ural ve Türk dilleri için ortak olan, söz başı ünsüz yığılmasının önlenmesi için başvurulan yöntemlerde ilgi çekici ayrıntılar görülebilir; örneğin “spor” veya “plak” gibi sözcüklerin sesletimini öğrenciler yadırgamakta, böyle alıntıların sesletiminde aslına uygunluğunun aranması gibi açıklamaları da -bir bakıma haklı olarak- kandırıcı bulmamaktadırlar.
           Biçimbilimsel veya sözdizimsel sorunlara gelince, “sorun” pek yok; Türkçe bağımlı biçimbirimlerin Ural dillerinde benzer karşılıkları bulunmaktadır. Pekiştirme sıfat ve belirteçlerini örnek alırsak; Türkçe yalnız, Fince üksin demek, buna göre yapayalnız da üpöüksin demektir, diyebiliriz. İstem bazen farklı olabilmekte, örneğin bak- eylemi Fince’de anlam farklarıyla üç ad durumu ile kullanılabilmektedir: aynaya bakıyorum / aynayı bakıyorum (niyetim onu satın almak) / aynadan bakıyorum (aynada görünen yüzümü inceliyorum) gibi.
           Hint-Avrupa etkisinden dolayı oluşmuş füzyonel eğilimlerse, Ural dillerinin her birinde çeşitli biçimlerde görülmektedir. Birtakım sözdizimsel sorunları açıklamak için bu olgunun getirdiklerinin bilinmesi gerek. Bugünkü Fince’de bir çeşit ikiliğin bulunduğunu söyleyebiliriz; Fince’de hem yolda yürüyen adam hem de o adam ki yolda yürür gibi kopyalanmış yapılar kullanılabilmektedir. Türkçe için ikinci şık düzgün dilde kullanılmayan bir çeviri biçimidir. Fince’de her iki şık kullanılabilmekte, hatta “çeviri” biçiminin yaygınlaşmakta olduğu gözlemlenebilmektedir. Macarca’da ise birinci şıktaki eski biçimlerin kullanımı çok azalmıştır. Şöyle çok basit bir genelleme düşünülebilir: Ana dili Macarca olan bir kimse temel Türkçe’yi çok çabuk ve kolay öğrenir, sonraki düzeylerde ilerlemesi yavaşlar, ana dili Fince olan bir kimse ise ilk başta ünsüzlerde zorlanırsa da Türkçe’nin biçimbilgisi ve sözdizimini öğrenmek ve kavramak için ana dilinin desteği birebirdir.
           Sözvarlığı ve semantikle ilgili olarak burada söz konusu olan dillerin akrabalık ilişkileri veya yapı benzerlikleriyle ilgili olmayan, özellikle alıntılarla ilgili sorunları aydınlatan örnekleri toplamak kolaydır. Ne var ki, bunlar aslında Türkçe'nin sorunları. Örnek olarak yine bir öğrenci sorusunu alalım: “Ay adları neden böyle tuhaf (Mart, Mayıs sözcüklerinin Latince kökenli; Aralık, Ekim sözcüklerinin de Türkçe olduğunu görüyorum, ya Temmuz, Haziran nedir)?” Türkçe inleme, inilti sözcüklerinin Fince karşılıkları şikayet sözcüğünü de karşılar. Türkçe’de şikayet ettim yerine inledim desek hem komik olur hem yanlış anlaşılır. Oysa Türkçe’de de halk ağızlarında şikayetlerin yazıldığı deftere “ağlantı defteri” dendiğini biliyoruz. Yine, örneğin Türkçe yıldırım sözcüğünü bellemiş bir öğrenci sözgelimi elindeki fotoğraf makinesinin nasıl çalıştığını Türkçe açıklamak istediğinde yıldırım yerine flaş denmesinin gerekli olduğunu bilemediği için yıldırım sözcüğünü kullanır. 
           Sonuç olarak, şimdiye kadar bu konuyla ilgili herhangi bir araştırmanın yapılmamış olduğunu belirtelim. 

Avrupa'da Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Sempozyumu - 25-26 Ekim 2001 
"Ural Dilleri Konuşanların Türkçe Öğrenmede Karşılaştıkları Sorunlar"
Jorma ATİLLA


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR